Troya Müzesi inşasına Serbest Katılımlı Tek Aşamalı, Ulusal Mimari Proje Yarışması’nı Ömer Selçuk Baz, Okan Bal, Cenk Kurtel, Mehmet Yılmaz, Berrin Yavuz’dan oluşan ekibin kazanması sonrasında 2013 yılında başlanılmıştır.
Merkez İlçe, Tevfikiye Mahallesi, 4 pafta, 101 ada, 360 parselde bulunmaktadır. Müze, yaklaşık 90.000 m²’lik büyüklüğe sahip olan parsel içerisinde 12.765 m² kapalı alanlı müze teşhir, depolama, idari birimler, sosyal donatı mahalleri ile 37.250 m² açık teşhir, peyzaj ve ziyaret alanlarından oluşmaktadır.
Müze zemin artı üç kattan oluşmaktadır. Ziyaretçi her teşhir katına rampadan çıkarak ulaşabilmektedir. Müzenin teşhir alanlarına çıkılan rampanın toplam uzunluğu ise yaklaşık 480 metredir.
Troya Müzesi’nde;
Homeros’un İlyada Destanı ile tarihe geçmiş Troas Bölgesi’nde iz bırakan Troya ve kültürlerinin yaşamı ve arkeolojik tarihi, kazılardan çıkan eserler aracılığıyla anlatılmaktadır.
Ziyaretçiler müzeyi gezerken yedi başlığa bölünmüş bir hikâyeyi takip etmektedirler:
Troas Bölgesi Arkeolojisi,
Troya’nın Tunç Çağı,
İlyada Destanı ve Troya Savaşı,
Antik Dönemde Troas ve İlion,
Doğu Roma ve Osmanlı Dönemi,
Arkeoloji Tarihçesi, Troya’nın İzleri.
Müze ziyareti rampadan inerken başlamaktadır.
Rampanın duvarlarında bulunan nişlerde Troya’nın farklı katmanları;
mezar taşları,
büyük boy heykeller,
sahne canlandırmaları ve
büyük boy fotoğraflarla anlatılmaktadır.
Müzenin giriş alanı olan, Troas ve çevresini konu alan sirkülasyon bandında ise devam eden sergi katları öncesinde ziyaretçiye bir oryantasyon sağlamak amacıyla
arkeoloji bilimi;
arkeolojik ve arkeometrik tarihleme yöntemleri,
“neolitik, kalkolitik, tunç çağı, demir çağı, höyük, restorasyon, konservasyon” gibi terimler şemalar, çizimler, metinler ve interaktif yöntemlerle aktarılmaktadır.
ZEMİN KAT:
Bu bölümde Troas, coğrafyası ve arkeolojik kalıntılarıyla genel olarak anlatılmaktadır.
Assos,
Tenedos,
Parion,
PARİON Bronz Amphora (Env. 10803) (M.Ö. 4. yy’ın ikinci yarısı)
2005 yılı Parion Antik Kenti kazılarında Kentin Güney Nekropolünde bulunmuştur. 34 cm yüksekliğindeki Amphoranın gövdesindeki ana sahnede Dionysos’un dinsel seremonisi içinde kendinden geçmiş şekilde dans eden Satyr ve Menad figürleri işlenmiştir. Figürlerin ellerinde Thyrsos ve meşaleler, sırtlarında arkaya doğru savrulmuş panter postu bulunmaktadır. Aplik olarak yerleştirilmiştir her iki kulbun altında çok iyi işçiliğe sahip Eros figürleri bulunmaktadır. Kaidesi İonik Kyma ile süslenmiş ve üçgen ayrıntılar içinde gümüş kullanılmıştır.
Alexandria Troas,
Smintheion,
Lampsakos,
Tyhmbria,
Tavolia ve İmbros kentlerinin tarihleri,
kazıların kısa bilgileri ile
pişmiş toprak figürinler,
tıbbi aletler,
taş ve kemik aletler,
mermer eserler,
altınlar,
pişmiş toprak kaplar,
masklar,
heykelcik ve kuklalar ile cam eserler yer almaktadır.
Assos Vitrini
Müzisyenler Grubu (M.Ö. 4. yy)
1995 yılı kazı çalışmalarında ele geçirilmiş Assos Batı Nekropolü mezar buluntularıdır. Olasılıkla Dionysos kültüyle ilintili olan bu grup, panflüt çalan silenos; lyra, khitara, flüt, kastanyet ve ritim aleti çalan; dans eden, şiir okuyan, şarkı söyleyen pişmiş toprak figürinlerden oluşmaktadır. Figürinlerle beraber bulunan altın takılar ve vazolardan oluşan mezar hediyelerinin, M.Ö. 4. yüzyılın ilk yarısına, Aristoteles'in Assos'ta felsefe okulu kurduğu yılların (M.Ö. 347-344) hemen öncesine tarihlenmesi, bu dönemde Assos kentinin sosyo-kültürel yapısına ışık tutması açısından oldukça önemlidir. Mezar buluntuları, kentteki kültler, tiyatronun sosyal ve dinsel yaşamdaki yeri, Assos’un diğer kentlerle ticari ve kültürel ilişkileri, kadının sosyal ve dinsel yaşamdaki yeri gibi birçok konuyu aydınlatmaktadır. Eserlerdeki farklı tipler yüksek sanat ürünü özelliği göstermelerinin yanı sıra Klasik Çağ'ın günlük yaşamını ve sanatını anlamamızı sağlaması açısından büyük önem taşımaktadır.
Her kentin panosunda Troas Bölgesi’nde nerede olduğu işaretlenmekte ve kentin bir görseli yer almaktadır.
Zemin katta kentlerin pano üzerindeki tanıtımında eserleri veya adları basitçe açıklamayı hedefleyen, çocuklara yönelik keşif kutuları bulunmaktadır.
Dardanos ve Çan Tümülüsleri ile satraplık dönemine tarihlenen Altıkulaç Lahti bu katta yer almaktadır.
ÇAN Altıkulaç Lahdi(Env. 9025)
(Çan, Altıkulaç Lahdi Klasik Dönem MÖ 430/ M.Ö. 5. Yy içinde)
1998 yılında Çanakkale Çan ilçesi Altıkulaç köyünden gelmiştir. Burada bulunan tümülüs ve içindeki lahit tahrip edilmiştir. Lahdin kırılan parçalarını ve ait olduğu yerdeki diğer kalıntıları açığa çıkarmak amacı ile kısa süreli bir kurtarma kazısı gerçekleştirilmiştir. Kazılarda lahdin tahrip edilmiş olan parçaları ve içinde bulunduğu yuvarlak planlı mezar odasına ait temel kalıntılarına rastlanmıştır. Tahrip edilmiş parçaları ile birlikte lahit, Çanakkale Arkeoloji Müzesine götürülmüş, tümlenebilen parçaları ile restore edilerek Müzede sergilenmeye başlanmıştır.
Mermer lahdin üzerindeki boyalı sahneler çok iyi korunduğu için eser büyük bir önem taşımaktadır. Lahdin M.Ö. 5. yüzyılın sonlarında burada hüküm süren Anadolu’lu bir hanedan için yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Anadolu’da, Perslerin gelmesi ile birlikte hakim olan sanat anlayışını en iyi gösteren nadir örneklerden birisidir. Altıkulaç lahdinde insanların yaş durumu ve savaşan farklı halklar, saç, sakal, boy, silahları ve giyimleri farklı verilerek gerçeklik ön plana çıkarılmıştır.
Genellikle mermer nesneler üzerinde boya izinin antik çağlardan günümüze ulaşmasının zor olduğu göz önüne alındığında böylesine iyi korunmuş bir boyalı örneğe sahip olmak büyük önem taşımaktadır.
Aphrodite Heykeli (Env. 2123) (M.Ö. 1. yy)
1959 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesi tarafından Dardanos Tümülüsü’nde gerçekleştirilen kazı çalışmalarında, mezar odasında bulunan eserlerin en önemlisidir. Mezar bir aile mezarı olup 5. yy’dan 1. yy sonuna kadar kullanım görmüştür. Kireçtaşından yapılmış üç ölü yatağı bulunan ana mezar odasında bronz ve gümüş kaplar, altın küpe ve diademler, terrakotta (pişmiş toprak) heykelcikler, mücevherler, kandiller, tekstil ve ahşap eşyalar bulunmuştur. Beyaz boyalı ve altın yaldız bezeli, 31,5 cm boyundaki terrakotta Aphrodite heykeli buluntular arasındaki en dikkat çekici eserdir. Literatürde Dardanos Aphroditesi olarak anılan heykel, MÖ 4. yüzyılın ünlü heykeltıraşlarından Praksiteles’e ait Knidos Aphroditesi’nin yerel olarak üretilmiş bir kopyasıdır. Orjinali bulunamamış olan Knidos Aphroditesi, antik dönemde kopyası en çok yapılan heykellerden birisidir. Dardanos Aphroditesi diğer kopyalardan farklı olarak, kolunda ve bacağında Asklepios’un simgesi olan yılan biçimli pazubent taşımaktadır.
Dedetepe Tümülüsü bir yansıtmayla yeniden canlandırılmıştır..
Kouros (Kuros) Heykeli (Env. 3548) (M.Ö. 6. yy) Lapseki-Çanakkale
Lapseki, Adatepe Köyü buluntusu, beyaz mermerden yapılmış, ayakta frontal duruşlu bir kouros (genç erkek) heykelidir. Sol el vücuda yapışık, sol bacak bir adım kadar ileridedir. Uzun olan saçların, sırttaki korunmuş kısmında boncuk dizisi şeklinde yapılmış olduğu görülmektedir. Heykel, korunmuş olan kısımlarıyla tipik Arkaik dönem özellikleri taşımaktadır. Arkaik dönem kouros heykelleri genel olarak cepheden betimlenmiş, geniş omuzlu, ince belli, geometrik çizgilerin egemen olduğu heykellerdir. Kollar yanlara yapışık, yumruklar sıkılı, bacaklar düz ve iki ayak da yere basar durumdadır. Sol ayağın hafifçe öne çıktığı görülür.**Eski müzenin Teşhirinde Yer aldığı için yeni müzede Troas bölgesi eserleri arasında yer almaktadır.
Müzenin ilgi odağı olacağı düşünülen Troas Altınları, bu katın merkezinde, özel aydınlatmalı ayrı bir odada sergilenmektedir.
Ayrıca bu kattaki hikâye yazı, resim, çizim ve çeşitli interaktiflerle zenginleştirilmiştir.
Ok Uçları
Müzemiz koleksiyonundan seçilen bronz ok uçları, Troya’nın VI. ve VII. tabakalarında bulunmuştur. (Genellikle odaların tabanında ele geçen ok uçları; bronz, kemik ve fildişinden üretilirlerdi.) Üretimde kullanılan kalıplardan, bronz ok uçlarına ait olan kalıplar ele geçmemiştir. Ok uçları başlıca; üçgen, yassı, yaprak ve konik formlu olarak tasarlanmıştır. Ok uçlarının, gövde kenarları keskin ve uç kısımları sivridir. Sap kısımları; yassı, oluklu ve dikdörtgen biçiminde olup bu kısma yassı ve ince ahşap çubuk takılmaktadır. Savaş ve avlanma silahı olarak kullanılmışlardır.
Homeros’un İlyada Destanı’nda anlattığı; Akhilleus’un, Paris tarafından topuğundan okla vurularak öldürülmesi, mitolojide “ok”a ayrı bir anlam ve önem kazandırmıştır. Yunan vazo ressamları, eserlerinde bu sahneyi betimleyerek kullanmışlar ve günümüze kadar taşımışlardır. Tıp biliminde kullanılan “Aşil Tendonu” tanımında bu mitolojik olaydan esinlenildiği bilinmektedir.
RAMPA 1:
Troas’ta ilk yerleşimleri konu alan rampada
Beşiktepe, Kumtepe ve Sivritepe Tümülüsleri eserlerinden;
amphora,
idol,
öğütücü,
balta,
ağırşak,
kemik iğne gibi eserler ile Tunç Çağı bakır frizleri ve kalay parçaları gibi eserler bulunmaktadır.
Bu bölüm metin, fotoğraf ve çizimlerle zenginleştirilmiştir.
KAT 1:
Serginin bu bölümü Troya’nın Tunç Çağı dönemlerine ışık tutar. Kronolojik bir sırayla Troya’nın katmanlarını ve gelişim evrelerini anlatır.
Troya’nın en güçlü evreleri olan Troia II ve Troya VI-VII özellikle ağırlıktadır.
Tunç Dönemi zanaatı,
gündelik yaşamı,
çevre ilişkileri anlatılırken günümüze miras kalan bazı üretim biçimlerine de (kırsalda duvar işçiliği, dokumacılık, çanak-çömlek yapımı ve pişirme yöntemleri)
atıfta bulunulmaktadır.
Troya’nın Tunç Çağı deniz ticaretindeki öneminin altını çizmek için tasarlanan
gemi-vitrin ve Geç Tunç Çağı sonunda
kentin bir savaşla terk edilmesi hikâyesini temsil eden efektli yansıtma ise
serginin çarpıcı bölümlerini oluşturur.
**II. Muwatalli’nin Wilusa kralı Alaksandu ile yaptığı antlaşma
(1.13.P3 Aleksandu antlaşmasının fotoğrafı ve altyazı)
MÖ 1280’lerde Hitit Kralı Büyük Muvattali’nin Troya Kralı Aleksandu (Alaksandu) ile imzaladığı antlaşma, Troya’yı Mikenlere karşı Hititlerin müttefiki yapmıştı.
Hittit’in başkentindeki arşiv metinleri, Troia’nın (Wilusa)’nın siyasi konumu ve yaşadığı çalkantıları daha net bir şekilde anlatıyor. M.Ö. 1400’lerden itibaren hem Anadolu, hem Ege, hem de Mısır ve çevresindeki büyük siyasi krizler ve güç savaşları ortaya çıkıyor. Bu dönemde farklı bölgelerde küçük savaşların yapıldığını görüyoruz. Yani yavaş yavaş tüm Akdeniz havzası büyük bir krize doğru gidiyor. Arşiv metinlerinde dönemin siyasi olaylarını sıraladığımızda sanki Troia Savaşı, tüm bu krizlerin sonu gibi gözüküyor. Troia Savaşı ile birlikte süper güçler Hitit, Miken, Mısır çöküyor ve Anadolu ile Ege Bölgesi’nde yeni bir çağ, Karanlık Çağlar başlıyor. Arkeolojik terminolojide bu dönem yazının kullanılmadığı, teknik ve ticaretin dibe vurduğu 400 yıllık bir süreci anlatmak için kullanılıyor.
Gelin İmparatorlukların ve görkemli kentlerin bitişlerinin başladığı M.Ö. 1200’lerde Troia ile ilgili siyasi olayları dönemin belgeleriyle anlamaya çalışalım:
Özellikle M.Ö. 1280’lerde Wilusa (Troia) kralı Alaksandu (İlyada destanındaki Alaksandros/Paris) ile Hitit büyük kralı Muwatalli arasında antlaşma Troia’nın bir beyilk kenti olmasını sağlar. Alaksandu antlaşmasında Hitit-Wilusa ilişkisinin yanısıra Wilusa ile ilgili başka bilgiler de söz konusu:
Eskiden atam Labarna, Arzawa ülkerinin tamanı ve Wilusa ülkesi ile savaşmıştı. Ve onları köle yap(mış)tı. Sonradan Arzawa ülkesi tekrar düşman oldu. Ve Wilusa ülkesini Hatti ülkesinden ayırdı Fakat mesele uzun zaman(dı bilinmektedir) Hangi kraldan olduğunu (bilmiyorum). (Ve) Wilusa ülkesi, Hatti ülkesinden ayrıldığında, Hatti ülkesi kralları onun halkı ile gerçekten barış içinde idiler. (Ve) onlar (elçilerini (düzenli olarak) onlara gönderdi. Antlaşma M.Ö. 1280’lerde yapıldığına göre, Hattusa ile Wilusa arasındaki dostluk ilişkileri en azından 140 yıldır sürmektedir. Antlaşmanın 2. paragrafındaki … eskiden benim atam, labarna… labarna ünvanı Hitit tarihinde M.Ö. 1600’den önceki dönemi anlatmaktadır. Buradan yola çıkacak olursak Alaksandu Antlaşması’nın yapıldığı dönemde Hitit-Wilusa dostluk ilişkisi en az 320 yıllıktır.
– Antlaşmanın bir başka yerinde Hitit kralı Muwattali, …Ve (Arzawa) ülkesi (bir kez daha savaşa başladığında), büyükbabam Suppiluliuma geldi ve (Arzawa ülkesini yendi). (Wilusa) ülkesi kralı Kukkuni (onunla barış içinde idi). Ve o, ona karşı gelmedi..- der. Belki bir olasılıkla bu isim de bir izini Homeros destanlarındaki bulunabilir. Homeros İlyada Destanı’nda savaşın erken evrelerinde Akhilleus tarafından öldürülen Troialı büyük kahraman Kyknos’dan söz eder.
-Antlaşmanın 19. paragrafında ise …Üstelik sen Alaksandu için yaptığım bu tableti, her yıl üç kez senin huzurunde okusunlar… maddesi vardır. Bu bize Alaksandu’nun unutkan bir kral olduğunu değil de, antlaşmanın aktuel kalması için böyle bir yola başvurulduğunu ve Wilusa’da yazılı belgelerin korunduğu bir arşivin olduğunu göstermektedir. Korfmann kazılarında 1995 yılında bulunan ve üstünde yazıcı ve karısının isminin olduğu Luwice mühür bize pekçok şeyi açıklamaktadır. Wilusa’da maalesef tablet arşivi bulunmadı, ama bunun pekçok nedeni olabilir: Yazılı belgeler Son Tunç Çağı batığı Kaş-Uluburun’dan da bildiğimiz gibi ahşap ya da deri gibi kolayca yok alabilen malzemeler üzerine yazılmış olabilir, arşiv yangın geçirmemiş olabilir, çünkü sadece yanarak sertleşen tabletler günümüze ulaşabilmiştir; ya da Wilusa’nın merkezindeki arşivin olduğu merkezi saraylar özellikle Hellenistik ve Roma Dönemi’nde tapınak yapımı için tahrip edilmiş olabilir.
Başkaldırıcı ve saldırgan Pijamaradu’nun III. Hattusilis’nin döneminde, yani yaklaşık M.Ö. 13. yüzyılın ortalarında aktif olduğunu bilmekteyiz. Lykia’da huzursuzluklara neden olur; bunun üzerine Lykialılar Hattusuli ve Tawaglawa isimli birine başvururlar. Tawaglawa, Ahhijawa krallarının kardeşlerinden biridir. İsmini Grekçedeki “gerçekten şanlı şöhretli” anlamına gelen Etewoklewes’e denk düşmektedir. Bunun üzerine Hattusili, Pijamaradu’ya Milet’e kadar takip eder. Pijamaradu bir gemiyle Ahhijawa bölgesine kaçar. Bunun üzerine Hattusili, ismini maalesef korunagelmemiş o zamanki Ahhijawa kralına uzun bir mektup yazar ve olup bitenler konusunda şikayetçi olur. Bu mektubun bir yerinde oldukça ilginç bilgiler yer almakta: Hitit kralı, Ahhijawa kralına, Pijamaradu’ya yazıp bazı şeyleri iletmesini rica eder: “ Hitit kralı ve beni birbirine düşman eden Wilusa konusunda anlaşamamıştık ama artık aramızda bir sorun yok. İkimiz arasında çıkacak bir savaş doğru olmaz”. Bundan şu sonucu çıkartabiliyoruz: Ahhijawa ve Hititler arasında Wilusa konusunda tartışmalar olur. Gerçek bir savaş değildir; bu nedenle de kentin tahrip edilmediği kesindir.
Ahhijawa ve Wilusa arasındaki krizler daha sonraki kral IV. Tudhalija döneminde de (yaklaşık M.Ö. 1237- 1209) devam eder. Tarhunarada isimli bir başka asi, Ahhijawa’nın da desteği ile Wilusa’nın güneyindeki ırmak bölgesini zapt eder. Bunun üzerine harekete geçen Tudhaliya, Tarhunaradu’yu etkisiz hale getirir. Wilusa’nın bu dönemdeki kralı Walmu, nedenini bilmediğimiz bir olay yüzünden –Ahhijawa’nın rol oynadığı?- hükümdarlığını yitirince, Tudhalija duruma müdahale eder ve Walmu yeniden Wilusa’da hükümdar olur. Wilusa ve Hititlerin, Ahhijawa olan ilişkileri oldukça kötü ve gerigin bir döneme girer. Tudhalija’nın Amurru devletiyle (Kuzey Suriye) yaptığı antlaşmada, Hitit krallarıyla eşit olan kralları sayarken … Ve benimle eşit olan krallar Mısır ülkesi kralı, Babil ülkesi kralı, Asur ülkesi kralı ve Ahhijawa ülkesi kralıdır…diye buyurur, ancak en son yazılan Ahhijawa isminin üstü çizilir ve birkaç satır aşağıda ise … Ahhijawa ülkesinin hiçbir gemisi ona (Asur kralına, Amurru’ya gitmesin.. diye buyurur.
Bundan sonra Hitit metinlerde Wilusa konusunda başka bir bilgi yoktur. Kronolojik olarak Troia’da bir savaşla tahrip edilen VIi (VIIa) yani M.Ö. 1180’lerdeyiz. İşte tam bu yıllarda da Hattusa yerle bir olur. Tarihsel olayların nasıl devam ettiği konusunda elimizde hiçbir bilgi yok, ancak Son Tunç Çağı’nda Anadolu ve Akdeniz ve Ege’deki siyasi coğrafyanın nasıl olduğu konusunda elimizde çok kesin bilgiler var: M.Ö. 1400’lerden itibaren Ahhijawa İmparatorluğu sürekli Anadolu’nun batısını ve özellikle de güneydeki Minosluların kruduğu Mileti kontrolü altına almak istemektedirler. Belirli bir döneme kadar Batı Anadolu devletleriyle dostluk ilişkileri içinde yaşarlar ancak; özellikle M.Ö. 13. yüzyıldan itibaren Batı kıyısına saldırılar başlar ve esir alınan çok sayıda kadın köle olarak Grek yurduna götürülür. Bu olaylar sırasında birkaç kez Wilusa bu tartışmaların içine girer. Wilusa’ya yapılmış büyük bir saldırıyı metinlerden ispatlayamasak da, böyle bir saldırının gerçekleşmiş olması büyük bir olasılıklı gibi gözükmekte. Acaba Hattusa’nın yıkılması, böyle bir saldırı için Troia düşmanlarını cesaretlendirmiş olabilir mi? Bilemiyoruz, göreli kronoloji bize henüz kesin bilgiler verememekte.
Kesin olarak bildiklerimiz ise Troia Savaşı dönemine denk gelen bir tarihte, M.Ö. 1180’de Troia yakıların tahrip edilir; yine aynı yıllarda Hititlerin başkenti Hattuşa yakılarak yok edilir; Grek yurudnun merkezi kentleri Thebe, Pylos ve Miken’nin kaderi de aynıdr. Tüm bunlar Anadolu ve Akdeniz Bölgesi’nin içine gireceği Karanlık Çağları haber vermektedir.
http://www.comuhaber.com/2013/10/05/karanlik-caglara-dogru/
1.14.M4 (mührün ön ve arka izi ve vitrin altı altyazı)
“1995 yılında yukarı kentte bulunan ve üzerinde Luvice harfler olan tunç mührün bir katibe ait olduğu düşünülür. Hititçeye yakın bir dil olan Luvice, Batı Anadolu’da konuşulan dillerden biriydi.”
Çift taraflı tunç mühür, evli bir çifte ait. Bir yüzü erkeğe ait isim içeren mühür, Luvice yazılmış hiyerogliflerden oluşuyor. İç dairede şans işaretlerinin (sol ve sağ üstteki üçgenler) ve yalnızca kısmen okunabilen adın yanı sıra, sol ortada bir de iki sütunlu, kroki gibi çizilmiş yazı alanı var: Mühürün sahibi bir yazıcıymış (katip). Dış halkadaki işaretler çiviyazısını anımsatsa da, bir kraliyet mührüne öykünen bezeme öğelerinden oluşuyor yalnızca. 1200’den önce sadece Hitit Büyük Krallarının mühürlerinde ve yine Luvi Hiyerogliflerinde, içte gerçek ve dışta bir çiviyazısı halkası bulunurdu. **(Resimlerle Troya Kitabı- Birgit BRANDAU, Hartmut SCHICKERT, Peter JABLONKA 105. sayfada var bu bilgi)
Rahip Büstü, Roma Dönemi MS 1-2 yy
TROYA STEL:
**İlk Tunç Çağında Troya’ya güney ana kapısından girenleri insan yüzlü başında miğferi olan ve elinde mızrak benzeri bir silah tutan stel (Dikmetaş) karşılıyordu. Troya’nın kent girişlerindeki Dikmetaş geleneği Tunç Çağı’nın sonuna kadar devam etmiştir.
**Savunma duvarının Kuleleri önünde, üzerine insan gövdesinin üst kısmının ( silahlı ? ) kabartması yapılmış en az bir taş stel durmaktaydı. Bu stel geleneği, Troia’da yüzyıllarca devam etmiştir: yaklaşık 1000 yıl sonra, Troia VI güney kapısının önünde de bu tür stelleri görmekteyiz.(Troy excavations)
Troas Altınları
TROYA HAZİNESİ BÖLÜMÜ / ALTIN ESERLER Z.12.M2 ZEMİN KAT
Rüzgârın getirdiği bereket Troas halklarının gündelik yaşamına yansımıştır. Farklı kültürlerin etkileşimiyle el sanatları zenginleşmiştir. Tunç Çağı’ndan Roma’ya kadar altın işlemeciliğinin en güzel örneklerine de Troas’ta rastlanır.
Z.13 PANO 2 (Troya altınları, vitrin içi pano, yanında H.Schliemann hazinesi görseli ile)
Troya Hazinesi 19. yüzyılın sonunda Troya’da kazılar yapan Heinrich Schliemann’ın, bulduğu altınları Osmanlı yetkililerinden habersiz yurtdışına kaçırmasıyla başlayan Troya Hazineleri hikayesi Homeros’un İlyada’sı kadar ünlüdür. Bu Yitik Miras’ın hikayesini kapsamlı olarak Müzemizin üçüncü katında izleyebilirsiniz.
Burada sergilenen altın eserlerin bir bölümü İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nden getirilen ve Schliemann’ın yurtdışına kaçırdığı hazineden geriye kalanlardır. Bir diğer grup ise 1966’da Pennsylvania Üniversitesi Müzesi koleksiyonlarına dâhil edilen daha sonra yapılan analizlerle Troya’ya ait olduğu anlaşılarak Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün girişimleri ve Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi yetkililerinin konu hakkında gösterdikleri iyi niyet ve işbirliği sayesinde 2012 tarihinde Türkiye’ye iade edilen eserlerdir.”
ASSOS ATHENA TAPINAĞI (VE FRİZLERİ)
Tapınağın inşa tarihinin; M.Ö.530 civarı olduğu tahmin edilmektedir. Bulunduğu yer özenle seçilmiş, surların yapımından sonra, her tarafa hakim bir noktada kurularak, Baştanrı Zeus’un sevgili kızı Athena’ya ithaf edilmiştir. Tapınağın Athena’ya ithaf edilmesi, Batı Anadolu’da yerleşmiş bir gelenekti ve Assos haricinde yine Bergama’da, Milet’de, Erythrai ve Foça’da da bu tanrıçaya adanmış tapınaklar inşa edilmişti
Kendisine özgü birçok ayrıcalık taşıyan Assos Athena Tapınağı, mimari olarak Dor düzeninde inşa edilmiş olmasına rağmen, İyonik özelliklere de sahip bulunan Anadolu’daki tek tapınaktır. Tapınak sütunları Dor düzeninde olsalar da, Architravında ( sütunların üzerinde bulunan yatay kısım) yer alan friz, (Frizler İon düzeninde bulunur, üst yapının kabartmalı ya da bezemeli orta bölümüdür) Dor nizamlı olan bu tapınakta bezemeli olarak karşımıza çıkar. Dor düzeninde kullanılan metop (baştaban üzerinde yer alan kabartmalı veya kabartmasız, kare veya dikdörtgen şeklindeki taş levhalar) ve triglyph (metoplar arasında yer alan üçlü dikey unsur) bu tapınakta mevcut olup, değişik mitolojik hikâyelerle bezenmiştir. Bugün bunlardan küçük bir bölüm İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin Assos salonunda sergilenmektedir. Kabartmaların diğer bölümleri ise, Louvre ve Boston Müzelerindedir. Frizde Herakles – Kentauroslar mücadelesi, şölen sahnesi, geyik, aslan, sphinks gibi hayvan kabartmaları işlenmiştir.
GRİFON MASA AYAĞI :
Beyaz mermerden yapılmıştır. Kesik piramidal kaide üzerine oturan grifon şeklinde yapılmış masa ayağıdır. Kaidenin üç yüzünde kabartma olarak istiridye kabuğu motifi işlenmiştir. (Eski Müze Teşhirinden; Lapseki Buluntusu)
SAVAŞÇI FİGÜRİNİ :
MÖ.1250-1000 Troia VII B2 Katmanı; 1992 Kazısı buluntusudur.
Ayakta duran çıplak tanrıça heykelciği (Asker?). Bacaklar birbirine yakın, ayak az ilerde, sol eliyle sağ göğsünü tutmaktadır. Sağ elini yukarı kaldırmış ve bir şey (mızrak) tutuyormuş gibi sıkılmıştır. Başını hafifçe yukarı kaldırarak karşıya bakmaktadır. Yüz hatları belirgin, başında arkası düz bir başlık vardır.
Birinci Kat Troya Yerleşimleri Vitrinleri
Çanak Çömlek: Troas bölgesinin en erken Attika seramiği buluntuları Troia'da ele geçen MÖ 580 civarına tarihlenen Sophilos tarzına yakın bir kapak parçası ile büyük boy kapalı kaplara ve lekanislere ait parçalardır [Nörling 1994:438]. Troia'da gri seramik, Tunç Çağı içlerinden, Demir Çağı'na kadar uzanan bir zaman diliminde, güçlü ve kesintisiz bir kullanım geleneğine sahiptir [Polat 2002:191]. C. Boulter ve Blegen, Troia'da G2/3 alanlarında yoğun olarak ele geçen seramiklere, buluntu yerinden yola çıkarak G2/3 seramikleri ismini vermiştir. Dörpfeld ve Schmidt bu seramikleri kaliteli Geometrik ya da Geç Geometrik seramikler olarak değerlendirmiştir. Kaliteli olan seramikler, kaliteli açık kırmızı ve kırmızı-kahverengi killidir. Açık sarı ya da sarı-kahverengi astarlı ve açık kırmızı kırmızı-kahverengi, siyah, kahverengi ya da sıklıkla çikolata renkli boyalıdır [Mommsen et al. 2001:196]. Troia G2/3 seramiklerinde form olarak içki kaplarından kantharos, kyliks, kase ve skyphos ile jug ve amphora gibi çok büyük boyutlu kap formları sıklıkla kullanılırken, krater, dinos ve tankard gibi büyük boyutlu kap formları ile hydria, oinokhoe, küçük çömlekler ve amphoriskos gibi bazı kap formlarının nadir olarak kullanıldığı görülmektedir. G2/3 seramikleri Geometrik ve Arkaik dönemler arasında, geçiş döneminde ortaya çıkmıştır. Bu sebepten dolayı bazı kap formları arkaik özellik taşımaktadır. Bunun yanında Troia G2/3 seramiklerinin lokal gri seramik formlarından etkiler taşıdığı anlaşılmıştır [Fisher 1996:120]. Troia VIII tabakasından ele geçen seramiklerin, üçte ikisi tek renkli Aiol gri seramiğidir. Yapılan nötron aktivitesi analizleri, Troia VIII tabakasında ele geçen, Arkaik ve Protogeometrik Aiol gri seramiklerinin, Troia'da üretilmiş olduğunu kanıtlamıştır [Mommsen et al. 2001:204]. Barbar seramikleri olarak bilinen kaba ve el yapımı seramikler Troia VIIb1 tabakasına özgüdür. Barbar seramikleri ilk kez Troia VIIb1'de görülmelerinin ardından, bir sonraki tabaka olan Troia VIIb2'de yaygınlaşmıştır [Pavuk 2001:61]. Troia VIIb1'de aniden elle yapılmış barbar seramiklerinin, geleneksel ve çarkta yapılmış seramiklerin yanında ortaya çıkması, Troia'ya yabancı göçmenlerin gelmesi ve kendi ihtiyaçları doğrultusunda bazı ev gereçlerini, bu alıştıkları kaba malzemeler olarak yapmaları şeklinde açıklanabilir. Bunun yanında, Troia'da çömlekçiler, kaliteli seramiklerini halk için yapmaya devam etmiştir. Bu durum, barbar seramiklerinin diğer seramiklere oranının %10'da kalmasıyla kanıtlanmış durumdadır [Koppenhöfer 1997:333]. Son derece kaba yapıya sahip, el yapımı ve asimetrik şekilli bir seramik türü olan "Buckelkeramik" ya da "Knobed Ware" ise Troia VIIb2 tabakasının karakteristik seramiği olarak ortaya çıkar. Hamurunda quartz, feldespat, biyotit ve kaya parçacıkları yer alır. Hamur rengi siyahtan başlayıp kahverengi, zeytin grisi, kızıl kahverengiden, açık portakal kırmızısına kadar bir renk değişimi gösterir. Seramiğin dış yüzünde meydana gelen alacalı renk ise düzensiz fırınlanmadan kaynaklanmaktadır. Dekorasyonda yumrular, kazıma, baskı ya da dalga tekniği kullanılır. Bunun yanında, üçgen, ip baskı, ilmek ve noktalarda diğer bezeme elemanlarıdır. Form olarak ise genelde S profilli kaplar kullanılır [Koppenhöfer 1997:320]. Troia'da VIIb2 tabakasında görülen Buckelkeramik kültürünün taşıyıcısı olarak Thrak kavimleri gösterilmektedir [Hüryılmaz 1999:2]. Troia'da Arkaik dönem günlük kapları üzerine yapılan çalışma sonucunda, incelenen kapların büyük çoğunluğunun gri seramik olduğu, az bir oranda ise ten rengi seramiğin ele geçtiği görülmüştür. Ayrıca her iki seramik türü de birbirinden form ve bezeme anlayışı açısında etkileniştir [Kılıç 1996:59]. 2009 yılında I25 açmasında, beklenmedik bir şekilde Troia VIIb dönemine ait kap bulunmuştur. Kalenin bu kadar uzağında bu döneme ait kalıntılara ilk kez rastlanmaktadır [Pernicka-Aslan 2011: 249] kaynak: http://www.tayproject.org/
OSMANLI Dönemi Çanakkale Eserleri:
KAT 3:
Troya ve çevresinde yerleşim, beylikler ve Osmanlı Dönemi’nde devam etmiştir. Bu katta Osmanlı yerleşimlerini,
Çanakkale Boğazı’nın Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarındaki önemini anlatan metin, gravür ve fotoğraflar kullanılmış;
devam eden çanak-çömlek geleneği,
taş işçiliği ve sosyal yaşam taş eserler,
sikkeler ve
Seramiklerle verilmiştir.
Ayrıca bu katta 19.yy.’dan bu yana devam eden kazıların tarihi ve hikâyesi ele alınır.
- Troia kazıcılarının çalışma yöntemlerini geçirdiği dönüşüm görsellerle anlatılır.
- Arkeologların kazı hikâyeleri (Calvert’in Troya civarındaki ilk kazıları, Schliemann’ın “Priamos Hazineleri’ni” kaçırması ve hazinenin 20. Yy.’daki hikayesi,
- Dörpfeld’in Troya’daki 46 yapı aşamasını saptaması, 1932-1938; Korfmann’ın Troya Milli Parkı ve Dünya Miras Listesi’ne girmesindeki katkısı ve 9 katmanın yeniden tarihlenmesi 1988-2005 ve son dönem kazıları) anlatılır.
RAMPA 2:
Bu rampa Tunç Çağı ile Klasik Dünya arasındaki geçişi anlatır.
İlk Demir Çağı’nın başında Deniz Kavimlerince istilaya uğrayan Akdeniz ve Anadolu’da Tunç Çağı’nın görkemli krallıkları, Hitit ve Miken Sarayları yıkılmış, Mısır Krallığı zayıflamış ve hakkında az şey bilinen karanlık çağlar başlamıştır.
Bu dönemde tamamen terkedilmeyen ve Ege’de ticari ve kültürel alışverişin devam ettiğini gösteren Troya Proto-Geometrik çanak-çömlek buluntuları ile demir aletler bu bölümde sergilenir.
KAT 2:
Bu katta Arkaik Çağ’dan Doğu Roma İmparatorluğu’na uzanan bir tarihi dönemde İlyada ve Troya Savaşı Destanı’nın bölgedeki
sözlü geleneğe,
inanç dünyasına,
siyasete,
mimariye ve sanata yansımaları ele alınır.
Troya Savaşı, ozanı,
kahramanları,
olayları,
mekânları;
sikkeler,
çanak-çömlek ve
mermer eserlerle beraber,
çizimler,
maketler ve dijital programlarla tanıtılır.
1994’te gün ışığına çıkarılan ve Troas’ta Pers hâkimiyetini (ve Troya Savaşı’nın gelişen olaylarını) temsil eden Polyksena Lahdi, Roma imparatorlarının heykelleri ve Parion’da 2012 yılında ortaya çıkarılan Triton (Kentauros) Heykeli bu katta sergilenmektedir.
Polyksena Lahdi (Env. 7670)
(Poliksena Lahdi, Biga Arkaik Dönem MÖ 6.yy,MÖ. 520-500)
Polyksena Lahdi, Çanakkale merkeze 110 km. uzaklıkta, Biga İlçesi, Gümüşçay Beldesi’nde, Kızöldün Tümülüsü’nde, 1994 yılında bir kaçak kazı ihbarı üzerine yapılan kurtarma kazısında bulunmuştur. MÖ 6. yüzyıla ait olup Anadolu’da, bugüne kadar bulunan figürsel anlatımlı lahitlerin en erken örneğidir. Uzun kenarlarından birinde, Troia Kralı Priamos ile kraliçe Hekabe’nin küçük kızları olan Polyksena’nın kurban edilmesi olayı betimlenmiştir. Bu nedenle eser, Polyksena Lahdi olarak anılmaktadır. Aynı kenarın kapak kısmında açılan bir delik, lahdin antik dönemde bir soygun geçirdiğine işaret etmektedir.
Polyksena lahdinden önce Yunan kültürünün hakim olduğu Anadolu’da, lahitlerde ve tapınakların cephelerindeki kabartmalarda Yunan mitolojisinden sahneler işlenirken, Pers hakimiyeti ile sosyal olayları içeren düğün, başka bir olay için süslenme ya da bir ölünün arkasından ağlama törenlerini anlatan sahneler işlenmektedir. Ayrıca Polyksena’nın kurban edilişinin bir mezar kabartması olarak işlenmesi, Anadolu halkının M.Ö. 6. Yy sonundaki düşünce yapısını ortaya koymakta, Troia Savaşlarının halk üzerindeki etkisini ve halkın kendisini Troia’lı olarak benimsediğini göstermektedir.
Polyksena lahdinde bütün yüzlerdeki konular birbirleriyle bağlantılı olarak işlenmiş, ilk defa bir eser üzerinde birden fazla konuya yer verilmiş ve aynı zamanda lahit üzerinde 37 insan figürüne yer verilerek oldukça zengin bir betimleme oluşturulmuştur.
Kentauros Heykeli (Env. 12347) (M.S. 2. yy) (EN SAĞDA)
2012 kazı sezonunda, Parion tiyatrosunda ele geçen çok sayıda mimari eleman yanında, Kentauros-Triton? Heykeli de bulunmuştur. 130 cm. yüksekliğindeki heykelin baş kısmı kırık olarak ele geçmiş ve onarılmıştır. Tamamı düşünüldüğünde boyu yaklaşık 3 metreyi bulmaktadır. Göbek altı bölümü aşağıya doğru sarkıtılmış etek şeklinde iki kat kumaşla kapatılan heykelin alt bölümü ve arkasındaki bazı ayrıntılar, heykelin tamamının bir Kentauros’a ait olduğunu göstermektedir. Kolları kırık olan heykelin alt bölümü de kayıptır. Çok parçalı beyaz mermerden yapılmış heykelin gözlerinin çukur olması bu kısımların değerli taştan yapılmış olduğunu düşündürmektedir. Saç ayrıntıları ise oldukça kaliteli bir işçilik göstermektedir.
Hadrianus Heykeli (Env. 7318) (M.S. 117-138)
1993 yılı kazılarında Troia’da bulunmuştur. 117–138 yılları arasında Stoacı-Epikürik, Aelia Klanı üyesi Roma İmparatoru’dur. Hadrian "Beş İyi İmparator'un üçüncüsüdür." Saltanatının sendeleyen bir başlangıcı, şanlı bir ortası ve trajik bir sonu vardır. Heykel, Hadrianus’un zırhlı bir tasviridir. Zırhın ortasında Medusa başı bulunmaktadır.
Hadrianus diğer Roma İmparatorlarının aksine topraklarını gezerek halkı ile tanışmış, yeni kamu binalarının yaptırılması için bağışlarda bulunmuştur. Kendisinden önceki bir çok Roma İmparatoru gibi Hadrianus da Troia’nın ayrıcalıklı konumunu yinelemiş, 124 yılında yaptığı Troia ziyaretinde Odeionun yeniden düzenlenmesi için parasal yardımda bulunmuştur. Troialıların, Hadrianus’a şükranlarını sunması için yapılmış bu heykel tiyatroda skene (sahne) yapısının arkasında bulunmuştur.
Kybele Heykeli (Env. 7639) (M.Ö. 3. yy)
1994 yılında Troia kazı çalışmalarında bulunmuştur. Anadolu’nun Ana tanrıçası Kybele, tahtta oturur şekilde betimlenmiştir. Başında polosu vardır. Saç örgüleri omuzlarından aşağıya doğru sarkmaktadır. Giydiği ince khiton vücuduna yapışmıştır. Sağ elinde phiale, sol elinde tympaneum tutmaktadır. Kucağında ise bir aslan vardır.
Ayrıca İlyada’da adı geçen Troas Kentleri’ne (Neandria, Kebrene, Larissa) haritalar, metinler ve eserlerle yer verilir.
Troya Savaşı ve Troya’nın yıkılış hikâyesi kapalı bir alanda Attika vazoları ve gölge oyunundan esinlenmiş, dijital efektlerle kurgulanmış 3-4 dakikalık bir animasyonla anlatılmaktadır.
Ayrıca Antik Dönemde bölgedeki maddi kültürün gelişim hikâyesini,
tarihi olaylar (Xerxes’in Çanakkale Boğazı’nı geçerek Yunanistan’ı istilası, İskender’in Çanakkale Boğazı’nı geçerek Priapos’ta Pers ordusuyla savaşı, Roma imparatorlarının ziyaretleri gibi) çerçevesinde sunar.
Bölgede çekim merkezi olan
Apollon Smintheus Tapınağı,
Assos Athena Tapınağı,
Parion,
Aleksandria Troas ve Dardanos eserleri yer alır.
Sergi teması, antik dünyanın mekânsal düzenlemesine (agoralar, forumlar, geniş tapınak avluları vs..) göndermede bulunarak ferah bir gezi güzergahı üzerinde büyük boy eserlerle görselleştirilmektedir.
RAMPA 3:
Roma Dönemi ve sonunda büyük bir depremle Hisarlık Tepesi’nde yerleşim bitti. Ancak merkezi su kaynaklarına yakın bölgede Roma sonrası ve Doğu Roma Dönemi’nde yerleşim olduğu biliniyor.
17.yy.’dan itibaren Ege ve Anadolu’ya gelen gezginler Troya efsanesinin geçtiği bu toprakları ziyaret ettiler, onu resmettiler, yeriyle ilgili tahminlerde bulundular. 19. yy.’a gelindiğinde Ege’de antik döneme duyulan ilgi ve hayranlık ilk arkeolojik kazıların da başlangıcı oldu.
Bu katta Doğu Roma Dönemi Troas ve çevresi konulu metin, harita ve görseller ile bu döneme ait heykel,
yazıt,
çanak-çömlek,
haç,
küpe gibi eserler bulunmaktadır.