ASSOS ÖREN YERİ :
Troas Bölgesi’nin güney kıyısında yer alan Assos kenti, denizden yaklaşık 234 m. yüksekliğindeki andezit bir kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur. Bu alandaki, hemen hemen bütün yapıların inşasında volkanik bir taş türü olan andezit taşın kullanılmıştır. Kuzeyde Satnioeis (Tuzla Çayı) İda Dağı’nın batı yamaçlarından doğarak Lekton (Baba Burnu) ve Aleksandreia Troas (Dalyan) şehirleri arasından denize dökülür.
Homeros İlyada destanında güney Troas’ta yaşayan Anadolu’nun yerli halklarından biri olan Leleglerin denizcilik ve korsanlıklarla ünlü olduklarından aktarır. Pedasos Troia savaşı sırasında Pedasos Akhilleus tarafından yıkılmıştır. Romalı coğrafyacı Strabon da Leleglerin Assos civarındaki bölgeye sahip olduklarını belirtir. Ancak Pedasos’un Assos olup olmadığı tartışmaya açıktır. Arkeolojik verilere göre İ.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Assos’a 10 km. uzaktaki Lesbos’dan (Midilli) Aiolisli göçmenler kente yerleşmeye başlar. Bu yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan Assos halkı 20 km doğuda Gargara kentini kurdular. İ.Ö. 560’ta Lydia kralı kontrolüne geçen Assos Troas Bölgesinin en güçlü ve en önemli şehirlerinden biridir. Lydia krallığının önemli gelir kaynakları arasında Assos kontrolündeki Atarneus ve Pergamon arasında bulunan maden olarak gösterilir.
İ.Ö. 548 yılında Lydia krallığı Perslerin tarafından yıkıldı ve Anadolu toprakların Pers hakimiyetine geçti. Troas bölgesi (Çanakkale İli) Hellespontos Phrygia’sı satraplığına bağlandı. Salamis, Plateia ve Mykale’de Perslerin Yunanlar tarafından yenilmesinden sonra, Persler, Anadolu’nun Ege sahil şeridindeki topraklarda eski güçlerini yitirmeye başladılar.
Peloponnesos savaşları ve sonrasında da Troas Bölgesi tam anlamıyla Perslerin eline geçmedi. İ.Ö. 387 yılındaki Altalkidas barışından sonra bir çok kent yeniden Perslere bırakıldı. Persli satrap Ariobarzanes’un Pers kralına karşı ayaklanması üzerine Assos İ.Ö. 365 yılında diğer satraplardan Mausolos ve Autophradates tarafından kuşatılmış ancak ele kent geçirilmemiştir. Bu olayın hemen ardından banker Euboulos, Atarneus ve Assos şehirlerinin yöneticisi olarak bağımsızlığını ilan etti. Euboulos’un ölümünden sonra, Euboulos’un kölesi “Hadım” Hermias bu şehirler üzerinde hakimiyet kurmayı başardı. Hermias, Bithynialı bir köledir ve kendisinin doğal yetenekleri, ustası olan Eubulos tarafından oldukça derin bir şekilde etkilenmiştir. Bu yüzden kendisi üniversite eğitimi için Atina’ya Platon ve Aristoteles’den ders almak için gönderilmiştir. Platon’un öğrencisi Hermeias, dostları Ksenokrates’i ve Aristoteles’i Assos’a davet etti ve Aristotales Hermias’ın kız kardeşi veya evlatlığı olan Pythias ile evlendi. Aristoteles Assos’ta üç yıl (İ.Ö 347-345) yaşadı ve dersler verdi. Ancak İ.Ö.345 yılına Pers generalinin görüşmeye çağırdığı Hermias tutuklanarak Pers ülkesinin başkentinde çarmıha gerildi. Persli komutan Hermias’ın mührünü kullanarak yazdığı mektup ile Assos’un Perslerin eline geçmesini sağladı. Bu olay yüzünden Aristoteles Assos’tan ayrılmak zorunda kalır. Biga yakınındaki Granikos ırmağı kıyısında İ.Ö. 334 yılında B. İskender tarafından Perslerin yenilmesi ile Pers hakimiyeti son buldu. Ve Assos yeniden özgürlüğüne kavuştu. İskender’in ölümünden sonra, Assos ilk olarak Seleukos Krallığı daha sonra uzunca bir süre Bergama krallığı topraklarına dahil olan Assos, İ.Ö. 133 yılında 3. Attalos’un vasiyeti üzerine Roma imparatorluğunun egemenliği altına girdi. Romalı yazar Plinius Roma döneminde Assos’un Apollonia olarak isimlendirildiğini ve yerel taştan üretilen lahitlerinin çok ünlü olduğundan söz eder.
Assos’un erken tarihlerde itibaren Hıristiyanlaşmaya başladığı görülür. Aziz Paulos Aleksandreia Troas’dan (Dalyan) Lesbos’a (Midilli Adası) doğru yaptıkları seyahat sırasında şehri ziyaret etmiştir.
1080 yılında Selçuklu Sultanı Süleyman bütün Troas şehirlerini ele geçirdi. Daha sonra I. haçlı seferi sırasında, Hermit Peter komutasındaki askerler bölgeden geçti. Bu olaylardan kaynaklanan karışıklığı fırsat bilen Aleksius tüm Troas bölgesini ele geçirdi (İ.S.1097). Selçuklular da Menderes nehri kıyılarına kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. 1306 Bizanslı komutan Machron yönetimindeki Assos’u kuşatan Türkler başarı elde edemezler. Ancak 14. yüzyılın başında Troas bölgesinin tamamı Osmanlı İmparatorluğunun eline geçer.
18. yüzyılda bir çok gezgin tarafından ziyaret edilmiştir. Gezgin ve araştırmacıların ifadelerine göre kentteki bir çok yapı onların zamanında çok iyi korunmuş halde ayakta durmaktaydı. Tapınağa ait bazı bloklar 1838 yılında Sultan II. Mahut tarafından Fransız arkeolog Raoul-Rochette, hediyesi olarak verilir ve Louvre Müzesi’ne götürülür.
Amerikan Arkeoloji Enstitüsü 1881 yılında Osmanlı Devleti’inden Assos’ta kazı yapma iznini aldı. J. T. Clarke, F.H. Bacon kazı çalışmalarını 1883 yılına kadar sürdürdü. Kazı sonunda çıkan eserlerin 3/2’si Osmanlı Devletine 3/1’i ise Amerikan kazi heyetine verilir. Tam yüz yıllık bir aradan sonra Assos kazı çalışmaları 1981 yılından Prof.Dr. Ü. Serdaroğlu tarafından başlatılarak ve 2005 yılında ölümüne kadar devam edilir. 2006 yılında itibaren arkeolojik kazılar Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi adına Doç.Dr. N. Arslan tarafından yürütülmektedir.
Assos’taki kalıntılar arasında Akropolisdeki Athena Tapınağı, Bizans surları, Hüdavendigar Cami, akropolisin eteklerinde Arkaik devirden günümüze kadar iyi korunmuş antik yol ve iki kenarındaki mezarlar, şehir sur duvarları, Gymnasion, Agora, Stoa, Bouleuterion, tiyatro ve kilise sayılabilir. Assos’un konutlarının yer aldığı bölümde henüz kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın maddi desteği ile sürdürülmektedir.
Günümüzde Behramkale- Behramköy adını taşıyan Assos, ilk iskan edildiği M.Ö. 2000‘li yıllardan günümüze kadar birçok değişiklik geçirerek yaşamını kesintisiz sürdüren bir yerleşim yeridir.Assos’un ilk sakinlerinin kimler olduğu tam olarak bilinmemektedir.Kentin İlk Tunç Çağı’ndan beri iskan edildiği bilinmektedir.
En eski adının Pedasos olduğu ve Assos adının ondan geldiği de ileri sürülmektedir. Fakat Strabon, bir Leleg kenti olan Pedasos’un kendi çağında terk edilmiş olduğunu, artık var olmadığını söyler. Bu nedenle iskanı kesintisiz devam eden Assos ile Pedasos olasılıkla aynı yer değildir.
Önce Thrakilı Mysialılar’ın yerleştiği Güney Troas, M.Ö. 7. yüzyılda Lesbos üzerinden gelen Aioller tarafından iskan edildi. M.Ö. 560 tarihinde Lydialılar’ın eline geçtiği sırada, Edremit Körfezi kuzeyindeki en güçlü ve en önemli kent Assos idi.M.Ö. 546’dan sonra Batı Anadolu’daki Pers egemenliği döneminde kent, satraplık sınırları içinde kaldı. Böylece gerek kentin, gerek Troas’ın tabi olduğu güç değişmiştir.
M.Ö. 5. yüzyılda Atina kentinin liderliğinin güçlenmesi ve ardından deniz birliğinin kuruluşu, Kuzeybatı Anadolu kent devletlerinin ve özellikle kıyı kentlerinin bu birliğe katılmasını sağladı. Assos kurucu üyeler arasındaydı. M.Ö. 334 tarihindeki Granikos Çayı kenarında yapılan savaşta B. İskender’in Persleri yenilgiye uğratması ile tüm bölge Pers hakimiyetinden çıkmıştır. M.Ö. 241 yılında Bergama egemenlik alanına giren Assos, M.Ö. 133’te, III. Attalos’un vasiyeti ile Bergama krallığı Roma’ya geçince, bu kaderi paylaşmıştır. Assos’un kent olarak asıl gelişmesi Roma yönetimi dönemidir. Assos en erken Hristiyanlığı kabul eden Batı Anadolu kentlerinden biridir. Bunda en büyük etken St. Paul ve St. Lukas’ın kenti ziyaretleridir.
1288’de I. Osman’ın Lemnos’taki yengisinden sonra, Osmanlı baskısı 1330’da kesin bir egemenliğe dönüştü ve bölge sürekli olarak Türkler’in yönetimine girdi.Kent kuzeyde ve güneyde sarp ve kayalık olan koni biçiminde bir tepe üzerinde ve eteklerinde kurulmuştur. Denizden 236 m. yükseklikteki kayalık tepeyi güçlü surlar çevirmektedir. 3200 m. uzunluktaki surlar güneyde denize bakan yarın üzerinde zayıftır. Doğuda ise bir vadiyle ayrılan kayalık üzerinde güneye iner ve yarlarda sona erer.
Kentin batısındaki surlarda biri ana giriş olmak üzere 6 kapı bulunmaktadır. Assos surlarında kuleler genelde dört köşelidir. Assos’un bugün ayakta duran surlarının büyük kısmı M.Ö. 4. yüzyılda yapılmıştır.
Assos’un en önemli eseri, akropolün en yüksek düzlüğünde M.Ö.530 tarihlerinde inşa edilen Athena Tapınağı’dır. Yapı mimarlık tarihi açısından oldukça önemlidir. Önce Anadolu’daki ilk ve tek arkaik çağ Dor mimari örneğidir. Bunun yanı sıra Dor mimari üslubuna kabartmalı friz ve süsleme elemanları ile İon mimari öğelerinin katıldığı ilk örnektir. Akropoliste Athena Tapınağı çevresinde yapılan çalışmalarda hem kuzey hem de güney kenarda tapınağın stylobat’ını çevreleyen ve onu orta avlu gibi kullanan bir dizi konutun varlığı ortaya çıkarılmıştır. Ms 6.yy’a ait tek katlı bu konutlar kentin küçüldüğü ve artan korsan saldırıları nedeni ile surlar içine çekilip akropolisi bir iç kale gibi savunmaya hazırladığı bir evreye aittir.
Agora, gymnasion ve tiyatro tapınağın yer aldığı akropolün güney eteklerindeki teraslar üzerine inşa edilmiştir. Agoranın kuzeyinde iki katlı, Dor düzeninde bir stoa bulunmaktadır. Agoranın resmi yapıları, doğu kısmındaki dar alanda toplanmıştır. Burada bir bouleterion, hemen onun önünde konuşmacılar için bir bema, diğer bazı yapılar heykeller ve diğer küçük yazıtlı anıtlar yer almaktaydı. Agora ile büyük batı kapısı arasında gymnasium kalıntıları yer alır. Assos gymnasiumu hellenistik dönemde yapılmış bir eserdir.
Agoranın batı kapısından aşağı inen taş yol önce hamamlara oradan da tiyatroya ulaşmaktadır. Yüzünü denize ve lesbos adasına dönmüş olan tiyatro, Kent merkaezinin güneyinde doğal bir kaya oyuğuna inşa edilmiştir. Yapım tekniği ve plan özellikleri açısından Bir roma çağı tiyatrosudur. Yapı 5000 seyirciye oturarak oyun izleme olanağı verir.
Nekropol tepenin eğimi nedeni ile batı kapısına giden yolun üst kenarında teraslara oturacak şekilde düzenlenmiştir. Eskiçağın kentlerinde mezarlıklar kentin dışında ve genellikle, ana yolun kenarlarında olurdu. Kente gelenin her biri bir anıt olan mezarları görsün, onları selamlasın diye. Kent içinde mezarlık görülmüş değildir. Tek tük rastlanılan mezar anıtları da kent meclisinin özel izni ile, kente olağan üstü katkısı olmuş kişilere verilmiş ayrıcalıktı.